Fellow
Sorunu sor hemen cevaplansın.
fellow teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- arkadaş {i}
Örnek Cümle:
Koru yakıldı, alevler yükseldi, ve kısa sürede bayan Askew ve arkadaş şehitleriyle ilgili geriye kalan bütün şey dökülen bir küller yığınıydı.
-The wood was kindled, the flames arose, and a mouldering heap of ashes was soon all that remained of Mrs Askew and her fellow martyrs.
Örnek Cümle:
O, güzel bir arkadaş gibi görünüyor.
-He seems to be a nice fellow.
- emsal
- herifçioğlu
- delikanlı (Argo)
- yakın arkadaş
- benzer
- hemcins
- adam
Örnek Cümle:
O, çok hoşgörülü bir adamdır.
-He is a very decent fellow.
Örnek Cümle:
Tüm hatalarına rağmen, o iyi bir adam.
-For all his faults, he is a good fellow.
- akademi üyesi
- ahbap
Örnek Cümle:
Eğer herkes ahbaplarına biraz daha kibar olursa dünya güzel bir yer olur.
-The world would be a beautiful place if everyone was a bit kinder towards their fellow men.
- kişi
- dost
Örnek Cümle:
Sami dostu olan itfaiyecilerle takılıyordu.
-Sami hanged out with his fellow fire fighters.
- herif
Örnek Cümle:
Bu herif bir sanatçı!
-This fellow is an artist!
Örnek Cümle:
O, çok tembel bir heriftir.
-He is such a lazy fellow.
- doktora veya bilimsel araştırma bursu alan kimse
- ortak {s}
- eş {i}
- insan
Örnek Cümle:
O, çok unutkan bir insandır.
-He is a very forgetful fellow.
- fellow countryman vatandaş
- sevgili {i}
- slang ulan
- tek {i}
Örnek Cümle:
Tek yapmanız gereken, kendinizi diğer arkadaşın yerine koyma yeteneğini geliştirmek.
-All you have to do is to cultivate the ability to put yourself in the other fellow's place.
Örnek Cümle:
Sana selam teklif ediyorum ve aramızdaki arkadaşlık yoluyla barış olabilir mi.
-I bid you greetings and may there be peace through fellowship between us.
- yoldaş {i}
- akran {i}
- refik
- yurttaş
- kardeş {i}
- aynı şe
- (bir bilim kurumunda) üye {i}
- koca {i}
- aynı tür {s}
- genç adam (Argo)
- üniversite öğretmeni
- individual
- (Hukuk) bireysel
Bireysel özgürlüklere saygılı olmalıyız.
-We must respect individual liberty.
Bireysel özgürlük demokrasinin temelidir.
-Individual freedom is the foundation of democracy.
- Guy
- {i} adam
Ne! Sen hâlâ o adamla birlikte misin? ve biz cevaplarız: Ne yapabilirim! Onu seviyorum!
-What! You're still with that guy? and we answer: What can I do! I LOVE him!
Niçin adamları topluyorsunuz?
-Why were you picking up guys?
- guy
- herif
Hadi yakalayalım şu herifi.
-Come on let's catch that guy.
Tom öyle herifleden nefret eder.
-Tom hates guys like that.
- person
- kişi
Japonya'ya gitmek istemeyi tercih etmemin sebebi onların çalışkan ve dürüst kişilikleridir.
-The reason I prefer to go to Japan is that the people in Japan are hardworking and have honest personalities.
Bilal bilgili bir kişidir.
-Bilal is a person of knowledge.
- associate
- birleştirmek
- friend
- dost
Benim en iyi dostum bir kitaptır.
-My best friend is a book.
Gerçek dostluk paha biçilmezdir.
-True friendship is priceless.
- gentleman
- centilmen
O hiç centilmen değil.
-He is not at all a gentleman.
O, mükemmel bir centilmendir.
-He is a perfect gentleman.
- individual
- birey
Her insan bir bireydir.
-Each human being is an individual.
Bireysel özgürlüklere saygılı olmalıyız.
-We must respect individual liberty.
- gentleman
- beyefendi
İstasyonda güvenilir bir beyefendiyle karşılaştım.
-I met a certain gentleman at the station.
Tom'un her inçi bir beyefendi idi.
-Tom was every inch a gentleman.
- partner
- ortak
Biz rakibiz, ortak değil.
-We're competitors, not partners.
İki adam iş ortaklarıydı.
-The two men were business partners.
- dude
- ahbap
Biraz şarap içelim mi, ahbap?
-Are we gonna get some wine, dude?
Saçma bir gece kulübündeyim, ahbap!
-I'm in a fricking nightclub, dude!
- pal
- ahbap
Bana yardım ettiğin için teşekkürler, ahbap.
-Thank you for helping me, pal.
- buddy
- {i} ahbap
Onu izlesen iyi olur, ahbap.
-You'd better watch it, buddy.
- kid
- çocuk
TV'nin çocuklar için kötü olduğunu düşünüyor musun?
-You think that TV is bad for kids?
Çocukken pamuklu şekerin ve bulutların benzer olduklarını düşünürdüm.
-When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
- man
- insan
Bir sürü insan faturalarını ödeme konusunda endişeleniyor.
-Many people worry about paying their bills.
Asya'da bir sürü insan vardır.
-There are many people in Asia.
- man
- erkek
Bir kadın erkeksiz bir şey değildir.
-A woman without a man is nothing.
Onun bir sürü erkek arkadaşı var.
-She has too many boyfriends.
- boy
- {i} delikanlı
Parkta bir sürü delikanlı çalışıyor.
-A lot of boys are running in the park.
Bu, saatini bulan delikanlı.
-This is the boy who found your watch.
- friend
- {i} ahbap
- associate
- {i} iş arkadaşı
- friend
- {i} arkadaş
Beni seven bir arkadaşım var.
-I have a friend who loves me.
Süngerbob ve Patrick arkadaştır.
-Spongebob and Patrick are friends.
- kid
- küçük çocuk
- boy
- {i} oğlan
Küçük oğlan hayvanat bahçesinde.
-The little boy is at the zoo.
Oğlana gönderilen mektupta ilginç bir öykü vardı.
-There was an interesting story in the letter to the boy.
- boy
- erkek çocuk
İki erkek çocuk yemeklerini kendi aralarında pişirdi.
-The two boys cooked their meal between them.
Tom ve arkadaşları sahilde oturdu ve erkek çocuklarının yüzmesini izledi.
-Tom and his friends sat on the beach and watched the boys swimming.
- partner
- eş
Güvercinler ömür boyu aynı eşle kalırlar.
-Pigeons stay with the same partner for life.
Tom asla benim eşim değildi.
-Tom was never my partner.
- fellow countryman
- hemşeri
- fellow traveller
- yol arkadaşı
- fellow citizen
- yurttaş
- fellow countrymen association
- hemşehri derneği
- fellow countrymen association
- hemşehri örgütü
- fellow wife
- kuma
- fellow worker
- meslektaş
- fellow citizen
- vatandaş
- fellow countryman
- yurttaş
- fellow countryman
- vatandaş
- fellow feeling
- başkasının halinden anlama
- fellow feeling
- ortak his
- fellow feeling
- ortak duygu
- fellow soldier
- silah arkadaşı
- fellow sufferer
- dert ortağı
- fellow countrymen
- vatandaşları
- fellow creature
- hemcins
- fellow diner
- adam diner
- fellow guest
- misafir arkadaş
- fellow judge
- hakim arkadaşı
- fellow man
- hemcins
- fellow men
- adam erkek
- fellow soldier
- adam asker
- fellow traveler
- Yoldaş
- fellow-creature
- dost-yaratık
- fellow-feeling
- dost-duygu
- fellow being
- hemcins
- fellow countryman
- aynı ülkeden olan
- fellow countryman
- hemşehri
- fellow countryman
- (fiil)tandaş, yurttaş, hemşehri
- fellow countrywoman
- (fiil)tandaş, hemşehri, memleketli
- fellow countrywoman
- memleketli
- fellow countrywoman
- hemşehri
- fellow countrywoman
- vatandaş
- fellow creature
- türdeş
- fellow feeling
- aynı duyguları paylaşma
- fellow feeling
- halden anlama
- fellow man
- {i} adam
- fellow man
- {i} ahbap
- fellow student
- okul arkadaşı
- fellow sufferer
- hemdert
- fellow sufferer
- acıdaş
- fellow townsman
- hemşehri
- fellow traveler
- üyesi olmadığı bir partinin ideolojisini benimseyen ve destekleyen kişi
- individual
- özgün
- individual
- {s} birbirinden ayrı
Toplum ve birey birbirinden ayrılamazlar.
-Society and the individual are inseparable.
- buddy
- arkadaş
O benim eski içki arkadaşım.
-He's my old drinking buddy.
Acını hissediyorum, arkadaş.
-I feel your pain, buddy.
- associate
- {i} ortak
Şirket birleşmeler ve diğer fırsatlar üzerinde çalışmak için 25 yeni ortak ekledi.
-The firm has added 25 new associates to work on mergers and other deals.
Dan, ortaklarına yalan söyledi.
-Dan lied to his associates.
- mate
- arkadaş
Tom ve arkadaşları alemlere akıp zil zurna sarhoş oldu.
-Tom and his mates went on a pub crawl and all ended up pretty drunk.
Arkadaşlarını kendi istekleriyle seçmek istiyorlar.
-They want to choose their mates by their own will.
- friend
- koruyan kimse
- associate
- {i} öğretim üyesi
- friend
- have a friend at court mahkemede dayısı olmak
- pal
- arkadaş
Tom'un Avustralya'da bir kalem arkadaşı var.
-Tom has a pen pal in Australia.
Onun birkaç mektup arkadaşı var.
-She has a few pen pals.
- buddy
- lan/arkadaş
- kid
- küçük
Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.
-Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil.
Üç küçük çocuğum var.
-I have three young kids.
- associate
- arkadaşlık etmek
- associate
- bağdaştırmak
- buddy
- kanka
Neden kankam bir geri zekalı?
-Why is my buddy an idiot?
- gentleman
- bey
Tom'un her inçi bir beyefendi idi.
-Tom was every inch a gentleman.
Sir Harold kibar bir İngiliz beyefendisi.
-Sir Harold is a fine English gentleman.
- guy
- {f} takılmak
Fransızca çalışıyor olmalıyım ama siz arkadaşlarla takılmak daha eğlenceli.
-I should be studying French, but it's more fun hanging out with you guys.
Tom tam olarak Mary'nin takılmak istediği adam türü.
-Tom is exactly the sort of guy Mary wants to hang out with.
- individual
- fert
- buddy
- kafadar
- individual
- {s} özel
- buddy
- dili arkadaş
- buddy
- kardeş
Büyük bir hata yaptın, kardeş.
-You made a big mistake, buddy.
- kid
- kandırmak
- Friend
- (isim) Enise">(isim) Enise
- Friend
- (isim) Enis">(isim) Enis
- associate
- arkadaş
Tom gibi insanlarla arkadaşlık etmem.
-I don't associate with people like Tom.
- associate
- {s} birleşmiş
- associate
- bağlı olan
- buddy
- birader
- friend
- {i} tanıdık
Onun birçok tanıdıklar ancak birkaç arkadaşı var.
-He has many acquaintances but few friends.
O bir arkadaştan daha çok bir tanıdık.
-She is more an acquaintance than a friend.
- hail fellow well met
- sıcakkanlı tip
- hail fellow well met
- dost canlısı kimse
- hail fellow well met
- herkesle çabuk ahbap olan kimse
- individual
- {i} şahıs
- individual
- {s} şahsi
- guy
- rezil etmek
- man
- yönetim
Sendika yönetimle pazarlık yaptı.
-The union bargained with the management.
Bay Johnson dikkatsiz yönetimi nedeniyle kaybedilen para miktarı hakkında endişe ediyordu.
-Mr Johnson was concerned about the amount of money that was being lost because of careless management.
- associate
- yarı/muhabir üye
- associate
- (Matematik) yandaş">(Matematik) yandaş
- associate
- (Ticaret) yasal ortak
- associate
- birlikte
- associate
- birliktelik kurmak
- associate
- (Ticaret) iştirak
Üç iştirakçi yeni bir şirket kuracak.
-The three associates will set up a new company.
- associate
- (Ticaret) hukuki ortak
- associate
- tabi
- associate
- (Ticaret) meslektaş">(Ticaret) meslektaş
- associate
- ilişkilendirme
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
-We tend to associate politicians with hypocrisy.
- associate
- (Ticaret) ticari şirketin ortağı
- associate
- iş ortağı
O, benim iş ortağımdı.
-He was my business associate.
Tom sadece bir iş ortağı.
-Tom is just a business associate.
- associate
- (Ticaret) ortalı">(Ticaret) ortalı
- associate
- (Ticaret) ortaklık etmek
- associate
- ortaklık
- associate
- (Politika, Siyaset) ortaklık yapmak
- associate
- (Ticaret) ticari şirket ortağı
- associate
- (Ticaret) yardımcı
Dr. Hellebrandt bu mükemmel üniversitede yardımcı doçenttir.
-Dr. Hellebrandt is an associate professor in that excellent university.
- associate
- ilişkilendirilmiş
- associate
- (Ticaret) katılan
- boy
- erkek genç
- boy
- ufaklık
- boy
- kızan
- boy
- uşak
- boy
- çocuk garson
- brave fellow
- babayiğit
- dude
- şehirden gelen tatilci, turist
- friend
- yoldaş
- friend
- ayaktaş
- friend
- yakın
Adanın sakinleri cana yakındır.
-The inhabitants of the island are friendly.
Biz onu en yakın arkadaşlarımız arasında sayıyoruz.
-We number him among our closest friends.
- friend
- can
Tom hâlâ tamamen eskisi kadar arkadaş canlısı.
-Tom is still just as friendly as he used to be.
Adanın sakinleri cana yakındır.
-The inhabitants of the island are friendly.
- friend
- dostça davranmak
- guy
- herifçioğlu
- guy
- halat
- guy
- gergi kablosu
- guy
- alaya almak
- guy
- vento
- guy
- adamcık
- guy
- ip
- individual
- tekil
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
-Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
- individual
- (Tıp) individual
- kid
- genç
Ben genç bir çocukken annem bana hikayeler okurdu.
-My mother used to read me stories when I was a young kid.
Ben gençken, bir çocuğun sahip olabileceği en modern şey, bir transistör radyoydu.
-When I was young, the hippest thing a kid could own was a transistor radio.
- man
- koca
Onlar karı kocaymış gibi davranıyorlar.
-They pretend to be man and wife.
Onlar karı koca oldu.
-They became man and wife.
- man
- adam vermek
- man
- mide
Midesi dolu olan bir insan kimsenin aç olduğunu düşünmez.
-A man with a full belly thinks no one is hungry.
Bir erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer.
-The way to a man's heart is through his stomach.
- man
- kimse
Hiç kimse hatasız değildir.
-No man is without his faults.
Hiç kimse kaç kişi öldüğünden emin değildi.
-No one is sure how many people died.
- man
- kent çapında ağ
- man
- el ile
El ile sürebilir misin?
-Can you drive manual?
- man
- zevk
Hayatım boyunca, tüm dünyada seyahat etmekten ve birçok farklı uluslarda çalışmaktan büyük zevk aldım.
-Throughout my life, I've had the great pleasure of travelling all around the world and working in many diverse nations.
Neden odun kesmekten büyük zevk alan bu kadar çok insan olduğunu biliyorum. Bu aktivitede sonuçları hemen anında görürsünüz. -- Albert EINSTEIN
-I know why there are so many people who love chopping wood. In this activity one immediately sees the results. -- Albert EINSTEIN
- man
- yeterince insan olmak
- mate
- birbirine geçirmek
- mate
- (Tıp) mate
- mate
- (Askeri) ikinci süvari
- poor fellow
- adamcık
- poor fellow!
- vah zavallı!
- tricky fellow
- dalgacı
- gentleman
- {i} bay
O bir bayan olduğu için, bu yüzden o bir beyefendi.
-As she is a lady, so he is a gentleman.
Bay Hawk nazik bir beyefendidir.
-Mr. Hawk is a kind gentleman.
- person
- adam
Donald Trump ünlü bir iş adamıdır.
-Donald Trump is a famous business person.
Tom sempatik bir adam.
-Tom is a likeable person.
- associate
- {f} ortak ol
- associate
- hakları sınırlı üye
- associate
- ortak çalışma arkadaşı
- associate
- düşünmek
- associate
- birleşmek
- boy
- Üf!
- boy
- Vay be!
Vay be, bu cümle de amma tantana kopardı.
-Boy, that sentence sure caused a kerfuffle.
- boy
- Vay canına!
- buddy
- ulan
- buddy
- lan
- dude
- züppe adam
- gentleman
- adam
Sen bir beyefendi ve bir bilim adamısın.
-You're a gentleman and a scholar.
Adamı örnek bir beyefendi olarak tanımladı.
-He described the man as a model gentleman.
- gentleman
- {i} kibar kimse
- good fellow
- hoş şohbet kimse
- good fellow
- iyi adam
- guy
- {f} alay et
Bütün adamlar onunla alay ettiler.
-The guys all made fun of him.
- hail fellow
- samimi dost
- hail fellow well met
- samimi dost
- hail fellow well met
- sıcakkanlı kimse
- hail fellow well met
- yakın arkadaş
- individual
- insan
Her insan bir bireydir.
-Each human being is an individual.
- individual
- individuallyayrı ayrı
- individual
- kişi
Benzer simaları olduğu için polisin iki kişiyi birbiriyle karıştırmış olması muhtemel.
-It is likely that the police confused the two individuals as they both had similar facial features.
Onun kişisel bir konuşma tarzı vardı.
-She had an individual style of speaking.
- individual
- tek
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
-Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
- individual
- başlı başına
- individual
- {s} 1. her ... kendi ...: This decision will be up to the individual agencies. Bu konuda her acente kendi kararını verecek. The individual
İlgili Terimler
fellow teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- boy
- Uzunluk
- Boy
- (Osmanlı Dönemi) TUL
- Boy
- KLAN
- Boy
- anar
- Boy
- kamet
- Boy
- kabile
- DUDE
- (Osmanlı Dönemi) Kurtcağız, küçük solucan, böcek
- Son
- nihayet
Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
-Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi.
-Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.
- boy
- Destan: "Boy boyladı, soy soyladı."- Dede Korkut
- boy
- Yol, ırmak, deniz kıyısı: "Sınır boylarındaki şeyhlerin göğsünde İngiliz ve Alman nişanları yan yana idi."- F. R. Atay
- boy
- Kumaş için ölçü
- boy
- Uzaklık: "Günde üç boy şehrin öbür ucuna gider, gelir."- H. Taner
- boy
- Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktası arasındaki uzaklık
- boy
- Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktası arasındaki uzaklık: "Boyu uzundu, yalnız biraz fazla semizdi."- Ö. Seyfettin
- boy
- Dede Korkut kitabında destan, hikaye anlamında kullanılan sözcük
- boy
- Zerdüştiler'de sunulan tütsü
- boy
- Afrika ve Asya ülkelerinde genç yerli hzimetçilere ingilizlerin verdiği ad
- boy
- Uzaklık
- boy
- Ortak bir atadan türediklerine, birbirleriyle kan akrabalığı bulunduğuna inanarak evlenmeyen, toplumsal ve ekonomik ilişkilerini anaerkil, ataerkil anlayışı uygulayan geleneksel topluluk, kabile, klan: "Türk boyları birbirlerini kardeş tanıyorlar."- O. S. Orhon
- boy
- Destan
- boy
- Yol, ırmak, deniz kıyısı
- boy
- Bir yüzeyde, en sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, en karşıtı
- guy
- Müslümanlara karşı savaşlarda krallığını kaybeden Kudüs Haçlı kralı(1187)
İlgili Terimler
fellow teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- A man without good breeding or worth; an ignoble or mean man
- In an American college or university, a member of the corporation which manages its business interests; also, a graduate appointed to a fellowship, who receives the income of the foundation
- Having common characteristics; being of the same kind, or in the same group
- A member of a literary or scientific society; as, a Fellow of the Royal Society
- The most senior rank or title one can achieve on a technical career in certain companies (though some fellows also hold business titles such as vice president or chief technology officer). This is typically found in large corporations in research and development-intensive industries (IBM or Sun Microsystems in information technology, and Boston Scientific in Medical Devices for example). They appoint a small number of senior scientists and engineers as Fellows
- A person; an individual
- In the English universities, a scholar who is appointed to a foundation called a fellowship, which gives a title to certain perquisites and privileges
- A companion; a comrade; an associate; a partner; a sharer
- One of a pair, or of two things used together or suited to each other; a mate; the male
- To suit with; to pair with; to match
- An equal in power, rank, character, etc
- having membership in, belonging to (a group, academic organization, etc.); of the same type {s}
- to match, pair, suit, agree, fit {v}
- an associate, equal, mean man, rascal {n}
- a boy or man; "that chap is your host"; "there's a fellow at the door"; "he's a likable cuss"
- an informal form of address for a man; "Say, fellow, what are you doing?"; "Hey buster, what's up?
- A physician who has already completed medical school and preliminary specialty training in pediatrics, medicine, surgery, anesthesiology, etc , and is eligible for board certification in that specialty Subspecialty training then takes place (for example, cardiothoracic surgery, pediatric cardiology) during which time, the physician is called a "fellow" Fellowships may last from 1-5 years after medical school (4 years) and primary specialty training (3-7 years)
- (1) A senior member of Magdalene or other colleges who might supervise you, be your Tutor or your Director of Studies
- You use fellow to describe people who are in the same situation as you, or people you feel you have something in common with. She discovered to her pleasure, a talent for making her fellow guests laugh Even in jail, my fellow inmates treated me with kindness
- a person who is frequently in the company of another; "drinking companions"; "comrades in arms"
- guy, chap; man or boy; friend, buddy; suitor; spouse; colleague; member of an academic organization {i}
- a scientist or health care professional who has already earned a doctoral degree and has received an award (fellowship) in support of gaining additional experience and training in a focused area of study at UCSF
- A fellow is a man or boy. By all accounts, Rodger would appear to be a fine fellow. = chap
- A licensed physician who's completed medical school (four years) and specialty training (three-seven years) in pediatrics, medicine, surgery, anesthesiology, etc , and is eligible for board certification in that specialty Subspecialty training then takes place (for example, in cardiothoracic surgery, pediatric cardiology) during which time, the physician is called a "fellow "
- n A W3C Team member employed by a W3C Member organization, on loan to W3C syn: Visiting Engineer
- A fully-liscensed physician seeking additional specialized training
- a member of a group having common characteristics; an associate; an equal in rank or power or character
- an informal form of address for a man; "Say, fellow, what are you doing?"; "Hey buster, what's up?"
- A fellow of an academic or professional association is someone who is a specially elected member of it, usually because of their work or achievements or as a mark of honour. the fellows of the Zoological Society of London
- Your fellows are the people who you work with, do things with, or who are like you in some way. People looked out for one another and were concerned about the welfare of their fellows
- a man who is the lover of a girl or young woman; "if I'd known he was her boyfriend I wouldn't have asked"
- a person who is member of your class or profession; "the surgeon consulted his colleagues"; "he sent e-mail to his fellow hackers"
- Commodore Amiga emulator for Dos
- These can take the form of a Professor, Reader, University lecturer, Research Fellow (e g a JRF) or a College appointee who sits on a College's Governing Body The Fellows are in effect the College's trustees [Oxbridge]
- fellow feeling
- A sense of sympathy for, consideration of, or shared interests with one or more other human beings
Even when the wind blew cold, the fine sportsmanship and fellow feeling that is traditional to the Winter Games, lifted last week to an absurd height by the love-everybody snowboarders, the new l Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.